6 Nisan 2018 Cuma

İnsanlar ve Beklentiler Sorunsalı

Uzun zaman oldu, tekrar burada bir şeylerden bahsetmeyeli. İsteklerimden, memnuniyetsizliklerimden ve keyifsizliklerimden. Pek çok meşgul olduğum şey vardı sanırım. Verdiğim uzun ara, burada bir şeyler karalamanın ruhumda uyandırdığı arınma ve hafifleme hislerinin ne denli kıymetli olduğunu hatırlattı. Tekrar yazıyor olmak müthiş keyifli.

Bu blog'u açtığım dönemlerde, 18 yaşında, üniversiteye yeni başlamış, korkunç derecede deneyimsiz, ürkek, heyecanlı, aptallık derecesinde umut dolu, haddinden fazla sıcak, garip bir şekilde güler yüzlü bir tiptim. Bir süre sonra, yavaş yavaş kara bulutların etkisi altına girdim ben de, istemeden de olsa. Çok şey yaşadım, çok şey atlattım, çok büyüdüm, çok tecrübe edindim, çok ağladım, çok güçlendim, çok öğrendim ve çok aza indirgedim. Her şeyi. En çokta beklentileri. Özellikle de, bu yazımın konsepti olan, insanlara karşı duyduğumuz beklentilerimizi.

Hayatlarımızı domine eden, gidişatını şiddetli bir şekilde etkileyen, pek çok konuda bizlere yön gösteren, sevdiğimiz, aşık olduğumuz, nefret ettiğimiz, keyif aldığımız, sıkıldığımız pek çok insan var. Hayatlarımızda. Ama sadece salt bir şekilde değil, aynı zamanda onlara yüklediğimiz sıfatlarla birlikte varlar. Karşılıklı ruhlarımız seviştiği için, varlar. Varız, onların hayatlarında, onların biz de oldukları gibi. Tatminlik uğruna yaptığımız alışverişlerimiz sürdüğü sürece iletişimlerimiz de sabit orantılı bir şekilde devam eder. Nitekim, yiten ve giden, ya da karşılanamayan pek çok beklenti ile birlikte azalırız birbirimizin hayatlarında. Hayatlarımızdaki yerlerimizin muhakemesini yapmaya başlarız bir süre sonra. Salt olmayan ego devreye girer o vakit, karşısındaki insanı koyduğu yerden def etmek için. En sevdiği şeydir taht kavgası, ego'nun.

En güzel yaşlarımı yaşıyorum. Mücadelesini verdiğim bir hayat, kazanmak uğruna deliler gibi mücadele ettiğim bir hayaller zincirim var. Küçük yaşlardan bu yana hep söylerim, beni hayatta tutan yegane somut şey, ilham olmuştur hep. Eğer hayata karşı, yeni bir güne karşı, yeni insanlara karşı ilham duyamazsam, yaşıyor olarak nitelendirmek istemem kendimi. Hem almak ister, hem de vermek isterim. Hatta daha çok vermek isterim. Karşımda, istediği manevi kuvveti sunduğum an itibariyle gözlerindeki parıltıyı hece hece okuduğum insanlar olduğu sürece, kuvvetliyim ben bu hayatta.

Pek çok insan eşlik etti hayallerim konusunda yürüdüğüm yolda. Bu pek çoğunun, çoğu yarı yolda bıraktı. Belki korktular, belki inançlarını yitirdiler, belki de en başında ufak bir heyecanın kurbanı oldukları için dahil oldukları bu yoldan ayrılmayı seçtiler, belki düşmemi ya da yalnız kalarak yok olmamı istediler. Ama ayrıldılar. Çoğundan geriye, pek'lik kısım kaldı. Belki 2, belki 3 kişiden oluşan. Koca bir ordu ile çıkılan savaştan, bir avuç içi kadar asker ile yurduna dönmek gibi bir his sanırım bu. Yorgun, inançlı, acılı ama bir o kadar da gururlu. Hayat ilerledikçe, zaman geçtikçe, bizler bir şekilde bu hayatın bizleri zorla ya da severek dahil ettiği kalıplara kendimizi sığdırmaya çalıştığımız bu zamanlarda, hayatlarımızdaki insanlara yüklediğimiz anlamlar birer birer değerini yitiriyor. Ağırlığı altında ezilip, gidiyorlar birer birer.

Kızmak mı doğru bu insanlara, oralı olmamak mı ?, Alınmak mı doğru, dövünüp kahrolmak mı ?, Önüne bakmak mı doğru olan, derin bir nefes alıp yoluna devam etmek mi ? Kimisi hayallerine duyduğu inancın ipini kaçırıyorlar ellerinden, kimisi ise hayal olarak nitelendirdikleri tutkularının öldüğü gerçeği ile yüzleşiyorlar. Kimisi ise cesaretinin diğer insanlar tarafından kırılması gerçeği ile yüzleşiyorlar. Kimisi ise bahanesizce, bırakıyorlar her şeyi.

Üzülüyorum, bir kere vuku bulduğumuz (en azından şu an ki bilincimiz doğrultusunda) bu hayatımızın direksiyonunun başın oturmak yerine, direksiyonu yorulup kadere, hayata emanet etmeye. Sevmiyorum kontrolü elden bırakmayı, hiçbir zaman da sevemedim zaten. Tutku, hayallere duyulan heyecan, birlik olmak bizler için yeterli bir ilham kaynağıyken, ne olduğu en ufak bir önem ifade etmeksizin oluşan sebeplerden dolayı kaybediyoruz birbirimizi, teker teker. Üzülüyorum, hayatlarımızdaki yerimizin, o yerlere birbirlerimizi koyduğumuzdaki heyecanın yerini umutsuzluğa ve çaresizliğe bırakmasına.

Değiştirebilir miyiz hayatı hala ? Bu güce sahip miyiz ? Bence evet. Evet kelimesi bile güç veriyor, öyle değil mi ? Değişecektir her şey elbet. Direksiyonun kontrolünü ele alırsak şayet, değişecektir elbet. Umut ya, olduğu kadar yaşarız. Olmadığı vakit sadece nefes alırız. Yaşamaktan habersizce.

25 Ocak 2015 Pazar

Ölüm

Ölüm
Ölüm zamansız
Çok ani
Hiçbir zaman hazır olunamaz
Hiçbir zaman veda edilemez

Büyük bir yüktür yaşamak
Büyük bir savaş
Nefessiz bir andır
Hüzünlü bir sondur

Koca bir oyun aslında, hayat
 Tek yapacağın ölüme koşmak
Bir kadeh şarap ve bir sigara ile
Sevgiliye koşar gibi koşmak
Sonsuzluğu kucaklamak

16/10/2014 – Perşembe (19:47)

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Dark Horse Gizemi ve Soma

Uzun zamandır konuşulan, tartışılan ve yüzlerce kafadan ortaya serilen yüzlerce fikrin oluşturduğu kaos sonrasında, sakin ve objektif bir yaklaşımla Katy Perry'nin oldukça konuşulan video klibi Dark Horse ve videonun bilinmeyenleri, ihtimaller doğrultusunda içerdiği gizli anlamları edindiğim dökümanlarla biraz olsun açıklık getirmek istiyorum.



Video ilk olarak şuracıkta bir dursun. Ben videonun inine girdikçe sizler de belirttiğim noktalara rahatça şahit olun.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, sanat yönetmeni tam olarak ağlatmıştır. Bugüne kadar yapılan en bütçeli ve bir o kadar da masraf ve emekten kaçınılmamış işlerden biri olmuştur şüphesiz. Ki özellikle kalın enseli patron amcalar Katy'ye büyük yatırımlar yapıyorlar bu anlamda, kendisi için ilk değil anlayacağınız. Videonun teması ile sözlerin sahip olduğu anlamları, araştırmalarım ile sentezlediğimde ortaya çıkan verilerin tesadüfi bir şekilde gerçekleşmiş olmalarına en ufak bir ihtimal bile vermiyorum ki böylesine denk gelmiş olan zincirleme senaryonun bir tesadüf, şans eseri v.b gibi kılıflar ile yaftalayacak olanlara buradan kocca bir selam çakıyorum. Öyleyse an itibari ile konuya giriyorum.

İlk olarak, videonun illuminati patronlarınca desteklenerek var olduğunu iddia eden kesim için video klibe onların perspektiflerinden yaklaşmak ile başlıyorum. Yerli ve yabancı forumlarda dahil olmak üzere, birçok panelde, birçok insan 20 Şubat 2014 tarihinde piyasaya sunulan bu video klibin, bu tarihten 3 ay sonra gerçekleşen, canımızı lime lime yakan Soma felaketi ile bağlantılı olduğunu, bu felaketin kasıtlı bir gözdağı olduğunu, felaketin 3 ay önceden bir nevi habercisi olduğunu savunmaktadırlar. O kesimin savunduğu tez açısından olaya yaklaştığımda ciddi anlamda, genelde bu tür komplo teorilerine inanmayan insanlardan biri olmama rağmen bana dahi ''acaba mı ?'' diye düşündürmedi değil.

Videonun ilk olarak verdiği patlak, yayınlanma tarihinden çok kısa bir süre sonra, videonun (üstte), 1:14. dakikasında, afrodit karakterini canlandıran Katy ablanın huzuruna çıkan delikanlının kolyesi ile ortaya çıkmıştır. Afrodit'in kalbini çalmak için huzurunda beliren bu karakterin kolyelerinden birinde büyük bir şekilde Allah yazmaktadır. İslami cepheden gelen büyük eleştiriler sonrasında youtube yönetimi videoya el atarak 1:14 üncü dakika da kameralara yansıyan kolyeyi sansürleyerek ilk skandalın üzerini kapatmayı başarmıştır. Yersen.




Buyurunuz, sizler için olayı daha lezzetli bir hale sokabilmek adına before & after yaptım. Mevzu bahis tam olarak budur.

Bundan birkaç ay önce, ilk başlarda kıçımla güldüğüm bir savunma teorisi ile karşılaşmıştım. Herkes gibi gülüp, dalgamı geçip koca kıçımı yatırmak beni rahatsız edeceği için de bana son derece saçma gelen o iddianın üzerine düştüm. Düştüm ki şimdi ben bile ''neden olmasın'' diyebiliyorum. Ahh bu önyargılar, insan kimyasının sahip olduğu en büyük kusurlarda zirveye oynamaya adaylar.

Bu beni kahkahalara boğan iddia, 20 Şubat 2014 tarihinde yeryüzünün en geniş kapsamlı ve popüler video paylaşım sitesi olan Youtube'a yüklendiğinde, videonun linkinin kodlarında beliren ''SOMA'' eşleşmesi. Yok artık veya hadi lan ordan, beynin yanmış senin der dediğinizi duyar gibiyim. Yargı ile infazı 95 yaşında ki bir insan da yapar, vazifeniz biraz olsun karşı tezi de dinlemek olduğu sürece hayatta öğrenebileceğimiz şeylerim daimiyetinin sonsuz olduğunu çok kolay idrak edebilirsiniz, benden küçük bir dost önerisi olsun bu da.



Yukarıda gördüğünüz gibi videonun site üzerinde ki kodu tam olarak SOMA. Biraz dahi olsa matematik ve mühendislik bilgisine sahip olan arkadaşların bu durumun tesadüf olamayacağını tahmin edebileceklerini düşünüyorum. Üstelik o kodlar, matematiksel ve videonun bu sitenin tabanına yüklenen kaçıncı video olduğu ile son derece alakalı olmasına rağmen böyle bir mevzunun tesadüf olarak nitelendirilmesi ; ''Algıda seçiciliğin, global bir paranoyaya evrilmiş halidir'', başka da hiçbir açıklaması yoktur.

Kendini nimetten sanıp, bu tür tesadüflerin veri tabanını incelemek, irdelemek ve karşı tezin doğruluğunu sorgulamak için tek yaptığı şey aşağılamak ve yok saymak olan müthiş anarşist ve ılık müslüman arkadaşlarımıza söylüyorum ; bekleyin, şimdi o tezlerinizi rulo yapıp hazır bir hale getireceğim.

Konu üzerine daha fazla odaklandıkça, garip detaylara ulaşmak pek de zor olmadı. Kuran'da H.Z Musa ile Firavun arasında geçen bir olay yer almaktadır (taha suresi). Bu surenin içeriğinin ana konusu büyü ve sihir üzerinedir. Gelin bir de buradan aydınlatalım önyargıları..

Yukarı da ki, allah yazılı kolyeyi takan delikanlının, afrodit karakterinin huzuruna çıktığında keti ablamız tam olarak şu sözleri sarf etmektedir ;

so you wanna play with magic 
boy you should know whatcha falling for
baby do you dare to do this
cause i'm coming atcha like a dark horse

are you ready for ready for
a perfect storm perfect storm
cause once you're mine once you're mine
there's no going back

yani

demek ki sihir ile oynamak istiyorsun
oğlum, neye aldandığını bilmelisin
bebeğim bunu yapmaya cesaret ediyor musun?
çünkü sana karanlık at gibi geliyorum
bunun için hazır mısın hazır mısın?
mükemmmel bir fırtına, mükemmel fırtına
çünkü bir kere sen benimsin, bir kere sen benimsin
geri gitmeyecek

Katy tüm bunlardan bahsederken video klip seyrine devam etmektedir. Peki nasıl devam etmektedir ?

Kolyeli delikanlı, Katy'nin karşısına çıktığı an Katy parıltılı ellerini ileriye doğru uzatıp şunları söylemektedir ;

''demek ki sihir ile oynamak istiyorsun
oğlum, neye aldandığını bilmelisin''

Tam bu noktada taha suresi'nde ki meseleye bakıyoruz.

57. (firavun) şöyle dedi : ‘’ ey musa! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?’’

58. ‘o halde, biz de senin sihrin gibi bir sihirle senin karşına çıkacağız. Şimdi, bizimle senin aranda, bir vakit ve bir buluşma yeri tesbit et. Senin de bizim de itiraz etmeyeceğimiz uygun bir yer olsun’.

Ardından kolyeli adam elini koynuna sokup, kocaman bir elmas çıkartıyor. Elmas o an parıl parıl parlamaktadır. Taha suresine geri dönüyoruz şimdi..

Taha 22-23 ‘’Şimdi de elini koynuna sok : Herhangi bir uğursuzluğun değik, (bizim rahmetimizin) başka bir işareti olarak bembeyaz (ışıldayarak) çıkacaktır ;

Neml Suresi 12. Ayet’te de : ‘’ Elini koynuna sok ; Firavun’a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir.’’

                              Katy elması görür ve son derece şaşkın bir ifadeye bürünür, ve der ki ;

                                                 Bebeğim bunu yapmaya cesaret ediyor musun ?
Çünkü sana karanlık at gibi geliyorum

Katy elması eline alır, eşşek kadar illuminati sembolleri arasında en popüler olanı ''Horus'un (Ra) gözü'' ile elmasa bakarken ağzı kulaklarına varır ve şunları söyler ;

Bugün için hazır mısın, hazır mısın ?
Mükemmel bir fırtına, mükemmel bir fırtına

Bu fırtına meselesi de malumunuz Kızıldeniz yarılır. O mesele de aynı surede tam olarak şu şekilde geçmektedir.

77.  Gerçekten Musa’ya şöyle vahyettik ; Kullarımla geceleyin yürür (mısır’dan çık) de (asanı vurarak) onlara denizde kuru bir yol aç ; (artık firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (boğulmaktan) endişe de etmezsin.
Arkada ki heykelin gözünde şimşek çakar ve Katy der ki ;
''Çünkü bir kere sen benimsin, sen benimsin''

Kolyeli adam yok olur, heykel de şöyle söyler ;
''There's no going back ''

yani

''Geri gitmeyecek'' veya ''Geri gidiş yok''


Kolyeli adam buharlaşıp, toz olur. Tozun içinden ise parıldayan bir dişlik çıkar. Katy onu alıp dişine takar ve pek hoşuna gider. Bu dişlik mevzusu da alakasız değildir elbet, ilham alındığı olay ise ;



H.Z Musa'nın hayatını okuyan bilir, Firavun'un sarayında yetişmiştir. Firavun, Musa'yı sevmekle beraber çocuktaki bir takım hareketlerden ve ileride tahtına göz dikebileceğinden kuşkulanmaktadır. Danışmanlarının da verdiği tavsiyeyle çocuğu sınamaya karar verir. Bir kabın içine bir parça yakut (veya som altın) ve bir adet kor haline gelmiş kömür koyarak Musa'ya uzatırlar. Böylelikle çocuğun altına olan zaafını kontrol edeceklerdir. Çocuk, önce altının parlaklığına ve cazibesine kapılıp elini altına doğru uzatırsa da daha sonra Cebrail'in Musa'nın elini tutar kor kömürü alıp ağzına atmasını sağlar. Bu yüzden Musa, hayatının önemli bir kısmında bir konuşma problemi yaşayacak, bazı harfleri düzgün telaffuz edemeyecektir.

Klibe devam ediyoruz. Bu sahneden sonra videonun devam eden sahnelerinde onlarca antik mısır simgelerinin bulunduğu bir fon önünde Katy, heykel şeklinde görünürken eli beline sarılmış bir yılan üzerinde gezinmektedir. Yine taha suresine dönecek olursak ;


17. Şu sağ elindeki nedir, ey Musa ?

18. O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim ; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.

19. Allah ; Yere at onu, ey musa ! dedi.

20. Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi!

Buraya kadar olayın Kuran ile bağlantısını sizlerle paylaştım. Şimdi ise üzerinde bu kadar yatırım yapılan bir videonun, herhangi bir müzik klibi olarak geçiştirilmemesi gerektiğinin sebeplerinden birinden bahsedeceğim.

Videoda ki elmaslar ve parlayan taşlar, herhangi bir taş sıfatı altında videoda yer almıyorlar. Özellikle seçilen bu elmas ve taşların yapımında ''kömür'' kullanılıyor. Kömürün içinde ki karbonlar sayesinde bu elmaslar oluşur ve değerleri paha biçilemez olarak nitelendirilir.

Yine video klibin, Soma felaketi ile olan yakın ilişkisine gösterilebilecek olan sebeplerinden biri, video klibin konusunda özellikle vurgulanan ve her sahnesinde yer alan 'İşçilik'de önemli bir detay ifade etmektedir.



Uzun solukta işçiliği ele alan videonun bu sahnesinde, işçiler Afrodit'in huzuruna çıkan bir diğer adamın vagonlarını itmektedirler.

Klibin sonlarına doğru yer alan tüm işçiler Katy'ye (Afrodit) itaat ediyor ve önünde eğiliyorlar. Sahne gündüz saatlerini ele almış olmasına rağmen gökte bir hilal belirmektedir. Bu hilal'in de Türkiye'ye dair bir açık çek olduğunu düşünenlerin sayısı da bir hayli fazla.



Videonun sonunda, tepesi oturmamış olan illuminati piramidi yer almaktadır. Bu piramitin artık mısırdan ziyade, illuminati sembolü haline gelmesi, Amerikan Doları üzerinde yer alıp, açık açık doların üzerinde yazan ''Yeni Dünya Düzeni'' ile resmi olarak da insanlığa ilan edilmiştir


Bu konu, ön yargılarınızın siyasete ya da olayın direk görünen yüzüne aldanabileceğini göstermiştir. Bu ülkede hiç bir olay göründüğü gibi olmadı, her zaman arkasında bir şey vardı. Bu kadar büyük ve içinde ilginçlikler barındıran bi olayın da ihmal kadar basit bir şeyin sonucu olduğuna inanmasını beklemeyin kimseden. Olay illüminati bağlantısıyla cereyan etmedi belki ama altında bir şeyler yattığına inanan herkesin bunları değerlendirmesi gerekiyor.

Zihniyeti sadece ''ideal kız şöyle olmalıdır'', ''ideal erkek böyle olmalıdır''dan öteye geçemeyen vasıfsızlar dilediklerini düşünmekte özgürdürler, o ayrı.

9 Şubat 2014 Pazar

Hayaller ve Türkiye




Tek bir hayat, tek bir yaşam hakkına sahip olduğumuz, başı sonu belli olan bir kaostur bir nevi yaşantımız. Böylesine nadir alternatife ve sınırlı seçim hakkına sahip olduğumuz yaşamlarımızı daim ettirebilmemiz adına bir de kurduğumuz, düşlediğimiz, konu sınırı olmayan, özgürce yaratım yapabildiğimiz hayaller, hayallerimiz. Kimi zaman sevdiklerimizdir, bizlerin ayakta durma sebebi. Onların varlığı vasıtası ile geçmişi, günü ve geleceği daha azimli ve daha verimli geçirebilmek için kendimizde bulduğumuz gücü harekete geçiririz çoğu zaman. Peki ya öyle insanlara sahip olmayanlar veya her ihtimali düşünme olgunluğuna erişmiş, her an her şeyin olabileceği ihtimaline zihninde yer veren insanlar ? Onların, sahip oldukları hayatlarını devam ettirebilmeleri için tek bir seçenekleri vardır aslında. Sınırlı veya az sayıda bir alternatifleri de yoktur. Tekdir, bir yol vardır önlerinde izlemeleri gereken. Yalnızca hayalleri vardır o insanların. Genellikle kendileri ile ve aynı zamanda gelecekleri ile ilişkilendirdikleri hayalleri vardır. Hatta o hayalleri zamanla o kadar büyük bir dünya haline gelir ki, içerisinde bulundukları ve realitenin iliklerine kadar işlediği bu dünyanın yanında çok daha gösterişli, çok daha cazip görünür insanın gözüne. Sanırım bu da bir insanı mutlu edebilecek, manevi anlamda bir insanın ulaşabileceği en büyük zirvedir.

Hayaller doğrultusunda adımlarını atarlar, hayaller vasıtası ile hayatlarını şekillendirirler. Seçimlerini ve kararlarını da hayallerini olumlu etkileyebilecek şekilde netleştirir o insanlar. Başka şansları yoktur çünkü. Tek bir hayata sahiptirler ve o hayatlarını da -olması gerektiği gibi- diledikleri şekilde devam ettirmek içgüdüsüne sahiptirler. Merceği dünya haritasından biraz zoom yapıp, 4 tarafı denizlerle çevrili olan bir toprak parçasına doğru yaklaştırıp, ülkemiz 'Türkiye' sınırlarına getirdiğimiz de ise işler o kadar farklılaşır ki, bu farklılık bir süre sonra insana 'gerçekten nerede yaşıyorum ben ? dünyaya bu kadar sadık kalıp, yaşam standartları bakımından bu kadar alakasız olan bir ülke nasıl var olabiliyor' diye de sordurttuğu doğrudur. Malumunuz, ülkemiz öyle bir hâl almıştır ki, ne insanlar ellerinde ki hayatlara sahiptirler, ne ellerinde ki hayatları kontrol edebilmektedirler ne de o riskli ancak kazançlı kumar olan 'hayal kurmak' seçeneğini değerlendirebilmektedirler. Tek bir şansın vardır Türkiye sınırları içerisinde, o da hayatta kalabilecek güce sahip olmaktır. Evet, insan doğası gereği hayatta kalma içgüdüsü ile yaratılmış olmasına rağmen, bu günümüz Türkiye'sinde bir meziyet olarak yer almaktadır. Daha da acısı, bu durum değiştirilmesi neredeyse imkansız bir hâl almış durumda.

Bu ülkede insanlar doğarlar, büyürler, eğitim görürler, yemek yerler, eğlenirler, sevişirler, çoğalırlar, aile olurlar, iş sahibi olurlar, olgunlaşırlar. Bu, ülke azınlığının 'olması gereken' olarak gördüğü bir döngüdür maalesef. Maalesef diyorum çünkü bunun ne savunulacak bir tarafı ne de kabul edilebilecek bir yanı olduğunu düşünüyorum. Bu zaten bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için kendini dahil ettiği bir yaşam dengesidir. Dileyen bu sıradanlıkta bir yol seçer, dileyen daha fazlası için daha fazla zorluğun dahil olduğu bir yol seçer. Ama seçer. Önemli olan da bu noktada seçebilme özgürlüğüdür. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, 2014 yılı buna hiçbir şekilde meydan vermemekle birlikte, bu cesareti göstermeye yeltenenleri de geri dönülmez yollara sokacak bir kısır döngüyü benimsemiştir.

Hayal kuramazsınız, öğretmen, doktor, mühendis veya mimar olabilirsiniz, bağımsız bir bilim adamı veya sanatçı katiyen olamazsınız. Kime göre ? Maalesef gelecek belirleyen koltuk sahiplerine göre. Bu o kadar acıdır ki, sınıf farkının üst ve alt noktasının çok ağır basmasından ötürü ne sokakta burun kıvırdığımız o peçete satan, yırtık kıyafetli çocuğun bir hayal kurma şansı vardır, ne de ailesi ile çok güzel bir hayat süren ancak ruhu bedenine sığmayacak kadar heyecan dolu gençlerin ilerisi için kendilerine çizmek istedikleri bir geleceğin hayalini bile kurdurtmazlar. Bir kere bu ülkede hayal kurmaktan ziyade, farklı olanı sevmek, başlıbaşına farklı olmak dahi bir suç ibaresi haline gelmiştir. İnsanlar hayatta kalmak adına izledikleri o yolu o kadar benimsemiş, o kadar kendilerini onun doğru olduğuna inandırmışlar ki, aksi bir gidişatı ne kabul ederler, ne de o gidişata yelken açanlara saygı duyarlar. İşte bu sancılı vaziyetin temeli de tam olarak budur.

Hayal kurabilirsin belki, evet. Bunu başarmışsındır. Çok kalmadan mutlaka çevrene toplanacaklar o heyecanı birer birer emerek yok ederler. İçinde ne o hayalin kalır, ne de o hayalini gerçekleştirebilmek adına totemlediğin enerjin. Çok başarılı bir öğretmen veya çok başarılı bir mimar, mühendis olmak hayali kurabilirsin, bak bunda hiçbir sıkıntı yoktur. Bu alanlarda çok güzel planların olabilir, hatta çok uç noktalara bile ulaşabilirsin. Herkes buna şapka çıkartır. Ha, sen çıkıp da ben ressam olacağım, bana yaşayabileceğim bir yer ve resim yapabileceğim imkanlar sağlayın, gerisini ben hallederim veya ben müzisyen olacağım, yalnızca sahnelerde boy göstereceğim, Grammy olacak en büyük hedefim, Çapa Devlet Hastanesinde Doçent olmak değil veyahut Bilim insanı olmak istiyorum ben, bir NASA üyesi olmak istiyorum, atom üzerine yapılan sayısız araştırma ve deney organizasyonlarında yer almak istiyorum ben dersen işte o noktada sıkıntı başlar. İlk olarak ciddiye alınmazsın, sen ısrar ettikçe insanlar saçmaladığını düşünürler, sen bu hayallerini gerçekleştirmek adına faaliyete geçtiğinde ise önüne boyun kadar taş koymaya başlarlar. Tek başınasındır, bilemeden 2-3 kişi. Ama azınlık değilsindir, bu yüzden bir şekilde o taşlara direnmekten pes edersin. Ne kadar kararlı olursan ol, geri çevirmek onlar için bir secde etmek halini almıştır maalesef. Olan sana olur, güzel hayallerine olur. Kalıplar kazanır bir kez daha, kategorize edilmiş bir fabrika çıkışlı toplum kazanır. Ne de olsa onların 'olması gereken bu' çizgisine aitsindir, başka şansın yoktur bu coğrafyalarda.

Nihayetinde bir Demet Akalın'ın şarkıcı, bir Hülya Avşar'ın sunucu, bir Egemen Bağış'ın siyasetçi olduğu topraklarda uzaya çıkacağım, Golden Globe alacağım, Frida Kahlo ile eserlerim yan yana sergilenecek dersen çoktan bıçak bilenmeye başlar. Asıl vahim olan ise, bunları dile getirdiğine komik olan ülkenin durumu değil, sen olursun. Bu da ruhsal intiharın eşiklerine kadar getirir o gencecik, heyecanlı insanları.

Yazarken bile sinirlerime dokunan bu durumu yaşarken neler hissettiğimi anlayabilecek olan insanların var olduğu ancak beş parmağın beşini bile geçemeyecek kadar az olduklarını bilmek son derece üzücü.

Tek bir isteğim var, vazgeçmeyin. Bunu ne istiyorum, ne de rica ediyorum. Direkt olarak yalvarıyorum ki, vazgeçmeyin. İnanın hiçbir şey ama hiçbir şey sizlerin kendi adınıza bir birey olarak istediklerinizden mühim olamaz. Şu an yaşıyorsunuz ama bu yazıyı okuduktan sonra yaşayacağınıza referans kim olabilir ? Hiç kimse. Buraya bir şekilde gelmişsiniz, ya imkanlarınız vardır ya da yoktur, elbette kimse eşit şartlarda yaşamıyor ancak el verişli bir hayata sahipseniz bunu lütfen değerlendirin. Lütfen peşinden koşun, hayal kurmaktan korkmayın. Bu düzen böyle gelmiş ve bizlerde buna mahkum edilmeye maruz bırakılmış olabiliriz ancak bu demek değildir ki bu böyle devam edecek. Sayısız insanın yaşayıp gittiği şu dünyada tarihe yazılmak varken, ve sizler de bunu arzularken, birkaç asır sonra kemiklerinden dahi eser kalmayacak insanların ağızlarından çıkacak olan acımasız sözler karşısında boynunuz aşağıya eğilmesin.

İlham gibi manevi bir zenginliğe sahibiz ne mutlu ki. İlham için ne bir insan gereklidir ne de başka bir şey. İlhamı geçmişinizden dahi sağlayabilirsiniz. Çocukluğunuzu karşınıza almanız bile size ilham olabilecek güçtedir. Pes etmeyin arkadaşlarım. Hiçbir şey için pes etmeyin. Bu ülkede olmayacak olan milyon tane vaziyet olabilmişken, sizlerin hayallerinizin olmaması için tek bir geçerli sebep dahi yoktur.

Çok korkunç, çok puslu, çok karanlık ve çok yorucu biliyorum ama biraz da olsa o ışığı görebiliyorsanız hiç durmayın. Sizler o ışığa ulaştıkça, onların karanlığı daha da azalacaktır. Sadece bunun için bile savaşmalısınız.

              

27 Ekim 2013 Pazar

Yanlış Yer, Yanlış Zaman

Bilincimi edinip, kendimi keşfettiğimden bu yana, kendi adıma eriştiğim ve bu konuda hiç kuşkumun olmadığı bir çıkarımım var. Her şey hakkında düşünmeye başladığım, varlığımı ve benliğimi analiz edip, süzgeçten geçirdiğim ilk noktadan bu yana gizli bir gerçeği farkettim. Bunun farkında olup, bununla yaşamak bir hayli zor ve ağır geliyor çoğu zaman. Demek istediğim ; İnsan, doğa ve kanunları eşliğinde ne yazık ki 'ne zaman, nerede, nasıl, ne şekilde, kim olarak' doğacağına karar verecek pozisyonda değil. Bu durum, malesef bazı insanlar için bir takım sorunlara gebe oluyor. İşte ben de o insanlardan yalnızca biriyim. Yeryüzüne gelirken, hiçbir seçim hakkımın olmayışı sonucunda, varolduğum nokta ile aramda ki büyük savaşı sürdürerek bir şekilde bana biçilen ömrü elimden geldiğince en iyi şekilde tamamlamaya çalışıyorum. Adımı bile seçme hakkım yokken, böyle bir döngüye baş kaldırmak söz konusu dahi olamıyor malesef. İşte karın ağrısı da tam olarak bu noktada başlıyor.

Ait hissetmek. Bu, en azından benim için birçok kavramı içinde barındıran bir olgudur. Aitlik beraberinde huzur, mutluluk, güç ve tatmin getirir. Gelin görün ki, bu denli mühim olan bu olguya ben hayatım bazında malesef sahip değilim. Bulunduğum ülke, bulunduğum şehir, bulunduğum nokta, bulunduğum sistem, bulunduğum yaşayış şekilleri, bulunduğum tarih ve içlerinde bulunduğum bir çok insana kendimi ait hissetmiyorum. Farklıyız nihayetinde. Yoğun çatışmalar eşliğinde, bu kaos ortamında yaşamak adına kendime bir yer edinmeye çalışsam da, hiçbir şekilde günümüz dünyasına ait bir insan olmadığım kanısında son derece netim. Bu işleyiş doğama aykırı. Hepimizin üyesi olduğu bu sürünün istikameti, benim istikametim asla değil. Fakat, var olmayı reddetmek gibi bir güce sahip olmamakla birlikte, bu sorumluluğun altında ezilmemenin mücadelesi derken, hayat bir şekilde geçip gidiyor. Bahsettiğim aitlik hissiyatına, bu anlamda sahip olamamakta hayatımın büyük bir kısmının temelini şiddetli bir şekilde sarsıyor, ister istemez. Şükrediyorum ki, sahip olduğum o muazzam güzellikler adına. Aksi takdirde, kendime yer edinmek adına bu hayat uğrunda verdiğim savaşta beni ayakta tutan o güzelliklere ihanet etmiş olurum, bu da farkındalık sorumluluğu taşıyan ben'e yakışmaz.

Şayet çıkıp sorarsanız, ait hissettiğin zaman, mekan, çevre, toplum, şekil ve vaziyet nedir ? diye, halihazırda verebileceğim herhangi bir cevabımın olmadığını büyük bir rahatlıkla dile getirebilirim. Ancak mühim olan ne istediğini bilmek kadar ne istemediğini bilmemekte değil midir ? Bu durumda evet, ne istemediğimi bilmek bana ciddi bir kazanç sağlıyor. Ki ne istediğimi, ne zamana ve nereye ait olduğumu biliyor olsaydım dahi, bu şu an içerisinde bulunduğum realiteyi hiçbir şekilde değiştiremezdi. Haliyle, ait olmadığım gerçeği ile yüzleşmem, yaşadığım hayata bakış açıma yeni bir perspektif katıyor.

Daha farklı bir hayata sahip olmayı dilerdim mesela. Daha az insanın olduğu, para gibi bir tapınağın olmadığı, sistemin ve kapitalizmin uykusundan uyanmadığı, teknoloji cehenneminden bir haber olunduğu, bencillik ve acımasızlığın nedir bilinmediği, yaşam devam ettirmekle yükümlü olmakla birlikte, sahip olunan yaşamları değerli kılmak adına verilen mücadelenin varolduğu bir hayata sahip olmayı dilerdim. Yeşilliğe sahip olmayı, gözümü gün ışığına açabileceğim, hatta oksijen fazlalığından burnumun kanayacağı, ailem ve demirbaş insanların varolduğu, sayısız hayvanla yaşamayı öğrenip, birçok yeşilliğe can verebilme sorumluluğuna sahip olduğum bir hayat dilerdim. Zenginlik isterdim, Tanrının bizlere bahşettiği doğal zenginliği. Şükrederken ertesi günü düşünmemek isterdim. Sıkıntıları listelememeyi ve yalnızca hayatımı daim ettirmeyi planladığım bir yarın düşleyebileceğim değerde bir hayat isterdim. Yanımda yalnızca sanatımın olduğu, tek yükümlülüğümün üretmek olduğu bir atmosfer isterdim. Zamanın yalnızca gün ağarması ve kararmasını ilgilendirmesini isterdim.

Teknolojik anlamında o kadar zayıf olmayı dilerdim ki, grip ya da veremden ölebileceğim denli doğal bir yaşam isterdim. Yaşayabildiğim kadarını değerlendirebilmek, geri kalanını düşünmemek isterdim. Fakat hiçbir şey, bu plan & proje ile yürümüyor. Ayrıca bu gerçek ile yüzleştiğimde ise içerisinde bulunduğum hayat gerçeğini hazmetmem pek de kolay bir eylem sayılmaz benim için.

Yapılabilecek bir şey yok ise, ya var olmaya devam edilir ya da buna bir son verilir. Ruhum, ruhani ve manevi atmosferlere o kadar eğilimli ki, bir noktadan sonra bir şekilde, sabrediş sonrası erişilecek bir ışığın olduğuna inanmaya başlıyor insan. Oksijen tüketebildiğim sürece umudun öldüğüne katiyen inanmayacağım. Kimse beni, yaşadığımız ve boyun eğdiğimiz bu dünya ve düzeninin herhangi bir oyun olmadığına inandıramayacağına göre, ben de ; sonsuz güzelliklere ve ışığa kavuşacağım gerçeğine olan inancımı katiyen yitirmeyeceğim.

22 Ocak 2013 Salı

Hassasiyet & Veda


Şükürler olsun ki, aylar sonra kendimle baş başa kalıp, tekrar samimiyetimi karşıma alıp, korkularımla yüzleşerek yorumladığım ideaları burada dile getirebiliyorum tekrardan. Benim için son derece önemli bir durum söz konusu, hiç uzatmadan konuya gireceğim. Kimseye hitap olsun diye yazmıyorum, aldığım bir karar ve bunu bilin istiyorum.

Henüz 20 yaşındayım. Kimine göre çok kimine göre çok az bir zaman dilimini ifade ediyor 20. Söz konusu olan 20'lik zaman diliminin 1. dereceden şahsı olan benim için ise ivmeli bir anlam ifade ediyor. Somut olarak, rakam ve genel yaş ortalamasına göre oldukça az, yaşanmışlıklar ve edinilen tecrübeler adına oldukça fazla bir zaman dilimi anlamına geliyor. Çok hırpalandım, yoruldum, 20 yıllık değil 35-40 yıllık bir tecrübe edineceğim zorlukta bir hayatım oldu. Her zaman farklılığın getirisi ile boğuştum. Kimseye benzemedim, kimseyle aynı olmadım. Yaratılışımın getirileri ile birlikte güç kazandım, geleceğe yöneldim. Ama her zaman hiçbir şey, tahmin ettiğimiz gibi gitmiyor. Tıpkı benim şimdi anlatacaklarım gibi.

Bahsettiğim gibi, kolay ve güzel bir yaşamım oldu diyemem. Şu an güzel diyebileceksem bu, bugüne kadar getirebildiğim en güzel noktadır şeklinde olur ancak. Yaratılış özelliklerim, ailem vasıtası ile edindiklerim, olması gereken ve doğru olduğunu düşündüğüm tecrübeler ile her şeyin sevgiyi, değeri ve saygıyı hak ettiği kanısına vardım kendimce. Mutluluk için, huzura sahip olabilmek için bile en basit yol olmuştur bu üçlü, ''bana göre''. Ve lanet olsun ki, o kadar verdiğinin yanında koca bir de hassasiyet ve kırılganlık içerikli genler ile ortaya koydu beni Tanrı.

Bugüne kadar bu üçünü sağlamak ve sağlatmak adına bir mücadele koydum ortaya. Her zaman savaştım, vazgeçmedim. Doğru olan buydu çünkü. Kim istemez ki sevgi görmemeyi, değer görmemeyi, saygı görmemeyi ? Elbette ki hiç kimse. Ancak, ne kadar savaşırsam savaşayım, ne kadar mücadele verirsem vereyim, bunu sağlamak ve sağlatmak, imkansızlıkla eş değer bir konumda oldu her zaman. Bunu kabullenmem ise, konuşmamın başında ki o zaman diliminin 20. yılında gerçekleşti maalesef ki. O kadar zevk alıyordum ki, insanlara bu üçlüyü hissettirmeye. Bunu hissettirdiğim kişilerin yüzlerinde ki ifade benim için paha biçilemez bir konuma ulaşırdı her zaman. Ama gördüğüm o güzel ifade bile, bir yere kadar daim kalabildi.

Ben verdikçe onlar aldılar, ben bekledikçe onlar yok saydılar. Kimseden alamadım karşılığını. Amacım, karşılık beklemek değildi, ihtiyacım olan ve eksikliğini hep hissettiğim bu üçlüye sahip olabilmekti. Delirmiş gibiyim, koca hayatta ihtiyacım olan tek şey sevgi. Herhangi bir insanın, koskoca bir insanın ve küçücük bir insanın en doğal ihtiyacı olan sevgiye ben ölüm derecesinde aç durumdayım. Sebebini oturup açıklamayacağım, bunu kendime bile ifade edebilmiş değilim.

Yapım gereği hassasiyetten geberen, kırılgan ve bir o kadar sağlam bir yapıya sahibim. O kadar rezil ve o kadar can sıkıcı bir durum ki bu, ciğerinin beş para etmediğini bildiğiniz bir insanın en ufak lafı ile kalbinizin kırılabileceği kadar acımasız bir durum. Gerçekten berbat. Ciddiye almayıp, karşısına geçip konuşmayacak kadar değersiz gördüğünüz insanların bile hakkınızda ne söylediği ile ilgilenebiliyorsunuz. İşte benim durumum tam olarak bu ! Bu nasıl bir hayal kırıklığıdır, yaratılışa karşı nasıl bir baş kaldırıştır, hiçbiriniz fikir dahi yürütemezsiniz.

Bilmiyorum, inanın bilmiyorum. Böylesine alternatif içerikli, böylesine ucuz, böylesine değerli, böylesine nefes alınamayacak kadar darlaşan bir dünyada, Tanrının kusursuz olarak yarattığı canlı olan bir insanın, maneviyatının bu kısmının eksik olması ne demek, çoğunuz bilmezsiniz. Umrumda da değil. Bildiğiniz şeyleri bile değiştiremiyorsunuz, bunun hakkında bir fikir yürütemeseniz ne olur ki ! Dünya düzeni, gidişatı ve günümüz öyle bir hal aldı ki artık ; hassas ve masum olmak sahip olabileceğiniz en büyük iki günahınız olmaktan öteye gidemez. Bunlara sahipseniz, Tanrı sizi yaratırken öldürmüştür zaten. Sizler de, benim gibi maneviyat yoksunluğundan intihar edebilecek yoksulluğa erişmişsiniz demektir.

20 yaşındayım ve tam anlamıyla korkularımla yüzleştim diyebilirim artık. Kabullendim bunun sürüp gideceğini. Artık sorun etmiyorum, nasıl olsa aksi durumu da savunuyor olsam Tanrının kararını verdiği yol dışına çıkamıyorum. Kararım ise ; hassasiyete tam anlamıyla veda ediyor olmam. Bu duruma bir dur demem gerekiyordu ve bunun için yaşamam gereken şeyler vardı. Son 2 yıl bunun için fazlasıyla yeterli oldu. Kimse için hassas, kimse için masum ve kimse için tertemiz olmanın lüzmu yokmuş. Nasıl olsa artık insanlar temizlemek adına değil, temizi kirletmek adına yaşıyor olmuşlar. Bundan sonra, kim olursa olsun, hayatımda ne kadar insan olursa olsun, ne kadar param olursa olsun şöyle bir ideoloji söz konusu ; ''Yalnızım''. Tam anlamıyla özeti budur. Her insan ölmek için doğmuşsa, kimin hayatımda ki yeri daim olabilir ki ?! Bu gerçeği hazmedemediği halde hazmettiğini düşünen arkadaşların durumları ise çok daha vahim. En ufak bir gümleme, ruhlarını bedenlerinden çalabilecek güce sahip olabilir.

Tüm hassasiyet ve kırılganlıklarımdan uzaklaşmam belki de bana cehennemi yaşatacaktır. Ama herkesin fazlasıyla yaşamamı istedikleri bu gezegende daha fazla nefes alabilmem için böyle bir fedakarlık etmem kaçınılamaz bir son oldu benim için. Sonuç yine beklediğim gibi olmasa bile, ölmeden denediğim için kendime saygı duyabilirim sanırım. Ve şunu da çok net anladım ki ; ''İyi olmak için, kötü olmak gerekiyor''. Üzgünüm ama iki bacaklı iblislere karşı alabileceğim en iyi tavır bu olacaktır. Huzurla kalın.

                    

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Cehalet ∞

Akıl almaz cahillikleriniz, part 1593832. Oldukça dolu olduğum bir konu hakkında yazmak istiyorum. Hala, Allah'ı Tanrı olarak adlandıran insanlara karşı koyulan bir tepki var. Neyin tepkisi bu ? Hangi bilinenin sonucunda gösterilmesinin gerekli olduğuna inandığınız tepki bu ? Allah'a, hitabında kusur veya hata bulduğunuz o insanları yargılamak hakkını size kazandıran o güçlü sebep nedir, bilmek istiyorum. Verebileceğiniz cevap, foursquare'de check-in yapıp, 50 kiloluk götünüzü tavan yaptırıp, attığınız hava kadar geçersiz olacaktır hiç şüphesiz. Ama ben bunu, yeni bir yok saydığınız gerçeği, o yosun tutmuş iğrenç suratlarınıza vurarak büyük bir zevkle bu gerçekle yüzleşmenizi sağlayacak açıklamalar yapmaktan alıkoymuyorum kendimi, gelin peşime.

İlk olarak ; Tanrı, Öz Türklerin kullandığı, tamamen bizlere ait olan bir kelime öbeğidir. İkinci olarak, Allah'ın sahip olduğu onlarca isminden yalnızca biri olan 'Allah'ın, Araplara ait bir kelime olduğunu belirtmek istiyorum. Bir Türk olarak, Allah'a Tanrı diye seslendiğimiz de neydi kıçınızı ısıran ? Ha, Arap mısınız ? O zaman eyvallah. Ama değilseniz, o durumu savunacak rütbeye ve vaziyete sahip değilseniz derhal kesin sesinizi. Öğreneceğiniz şeyler, yabancı dizilerin altyazılarında ki çeviriler ile sınırlı kalmasın lütfen, sonra tek tek öğrenmenizi beklemek oldukça can sıkıcı oluyor.

Bu enfes yağlı boya ile afişe edilen olay Tanrı ve melekleri. Tanrı denildiğinde her inanan insanın aklında güçlü, genel olarak yaşlı (yarattıkları dolayısı ile tecrübeli ve insanı özellikleri ile  kılıflandıracak olursak yaşını almış) bir görüntü canlanır hepimizin aklında.
  
                   

Bakın ; bu, Allah, Tanrı, Aliyy, Rahim, Celil, Hakem, Melik, Mukit, Veli, Kayyüm, Evvel ve Berr. Kim bunlar ? Bunların hepsi onun ta kendisi. Allah, Tanrı. Bunlar, onun sahip olduğu o değerli isimlerden yalnızca birkaçı, toplamda 99 isme sahip ve sizler, o küçük kıvrımlı beyinlerinizde Allah olanını bilip, diğerlerine yer vermeyerek küstahça bir davranışta bulunuyorsunuz. Neden ? Çünkü bir kısır döngü söz konusu. Büyüklerimiz Allah demiş biz de öyle diyelim. Siktirip gidin. Ben onlarla mı şekillendireceğim inandığım ve beni yeryüzünde iyi hissettiren tek varoluşa olan hitap şeklimi, yok öyle bir şey. Kim olursa olsun, bunlardan herhangi birini, kullanmayı dilediğini hangisi ise, tek bir noktaya çağrıda bulunmuş olur. Sizin Allah'ınıza, benim Tanrı'ma, onun Berr'ine, diğerinin Celil'ine. Yani burada bir tüme varım söz konusu anlayacağınız.

Kalıplarınızı dinden uzak tutun. Bu yüzden değil midir günümüz insanının en büyük güç kaynaklarından biri olan din ve getirilerinden uzaklaşmasının sebebi ? Birini, herhangi bir şeye inanmaya zorladığınız takdir de o diğer alternatifin, inanamamanın daha cazip olduğunu düşünmeye başlayacaktır ister istemez. Yapmayın bunu. Hatta bir önerim olacak ; yaşamayı öğrendiğiniz takdirde, diğer insanların inanç sistemlerine dil uzatmayı düşünün. Ama ilk önce sahip olduğunuz hayatı yaşamayı becerin.