27 Ekim 2013 Pazar

Yanlış Yer, Yanlış Zaman

Bilincimi edinip, kendimi keşfettiğimden bu yana, kendi adıma eriştiğim ve bu konuda hiç kuşkumun olmadığı bir çıkarımım var. Her şey hakkında düşünmeye başladığım, varlığımı ve benliğimi analiz edip, süzgeçten geçirdiğim ilk noktadan bu yana gizli bir gerçeği farkettim. Bunun farkında olup, bununla yaşamak bir hayli zor ve ağır geliyor çoğu zaman. Demek istediğim ; İnsan, doğa ve kanunları eşliğinde ne yazık ki 'ne zaman, nerede, nasıl, ne şekilde, kim olarak' doğacağına karar verecek pozisyonda değil. Bu durum, malesef bazı insanlar için bir takım sorunlara gebe oluyor. İşte ben de o insanlardan yalnızca biriyim. Yeryüzüne gelirken, hiçbir seçim hakkımın olmayışı sonucunda, varolduğum nokta ile aramda ki büyük savaşı sürdürerek bir şekilde bana biçilen ömrü elimden geldiğince en iyi şekilde tamamlamaya çalışıyorum. Adımı bile seçme hakkım yokken, böyle bir döngüye baş kaldırmak söz konusu dahi olamıyor malesef. İşte karın ağrısı da tam olarak bu noktada başlıyor.

Ait hissetmek. Bu, en azından benim için birçok kavramı içinde barındıran bir olgudur. Aitlik beraberinde huzur, mutluluk, güç ve tatmin getirir. Gelin görün ki, bu denli mühim olan bu olguya ben hayatım bazında malesef sahip değilim. Bulunduğum ülke, bulunduğum şehir, bulunduğum nokta, bulunduğum sistem, bulunduğum yaşayış şekilleri, bulunduğum tarih ve içlerinde bulunduğum bir çok insana kendimi ait hissetmiyorum. Farklıyız nihayetinde. Yoğun çatışmalar eşliğinde, bu kaos ortamında yaşamak adına kendime bir yer edinmeye çalışsam da, hiçbir şekilde günümüz dünyasına ait bir insan olmadığım kanısında son derece netim. Bu işleyiş doğama aykırı. Hepimizin üyesi olduğu bu sürünün istikameti, benim istikametim asla değil. Fakat, var olmayı reddetmek gibi bir güce sahip olmamakla birlikte, bu sorumluluğun altında ezilmemenin mücadelesi derken, hayat bir şekilde geçip gidiyor. Bahsettiğim aitlik hissiyatına, bu anlamda sahip olamamakta hayatımın büyük bir kısmının temelini şiddetli bir şekilde sarsıyor, ister istemez. Şükrediyorum ki, sahip olduğum o muazzam güzellikler adına. Aksi takdirde, kendime yer edinmek adına bu hayat uğrunda verdiğim savaşta beni ayakta tutan o güzelliklere ihanet etmiş olurum, bu da farkındalık sorumluluğu taşıyan ben'e yakışmaz.

Şayet çıkıp sorarsanız, ait hissettiğin zaman, mekan, çevre, toplum, şekil ve vaziyet nedir ? diye, halihazırda verebileceğim herhangi bir cevabımın olmadığını büyük bir rahatlıkla dile getirebilirim. Ancak mühim olan ne istediğini bilmek kadar ne istemediğini bilmemekte değil midir ? Bu durumda evet, ne istemediğimi bilmek bana ciddi bir kazanç sağlıyor. Ki ne istediğimi, ne zamana ve nereye ait olduğumu biliyor olsaydım dahi, bu şu an içerisinde bulunduğum realiteyi hiçbir şekilde değiştiremezdi. Haliyle, ait olmadığım gerçeği ile yüzleşmem, yaşadığım hayata bakış açıma yeni bir perspektif katıyor.

Daha farklı bir hayata sahip olmayı dilerdim mesela. Daha az insanın olduğu, para gibi bir tapınağın olmadığı, sistemin ve kapitalizmin uykusundan uyanmadığı, teknoloji cehenneminden bir haber olunduğu, bencillik ve acımasızlığın nedir bilinmediği, yaşam devam ettirmekle yükümlü olmakla birlikte, sahip olunan yaşamları değerli kılmak adına verilen mücadelenin varolduğu bir hayata sahip olmayı dilerdim. Yeşilliğe sahip olmayı, gözümü gün ışığına açabileceğim, hatta oksijen fazlalığından burnumun kanayacağı, ailem ve demirbaş insanların varolduğu, sayısız hayvanla yaşamayı öğrenip, birçok yeşilliğe can verebilme sorumluluğuna sahip olduğum bir hayat dilerdim. Zenginlik isterdim, Tanrının bizlere bahşettiği doğal zenginliği. Şükrederken ertesi günü düşünmemek isterdim. Sıkıntıları listelememeyi ve yalnızca hayatımı daim ettirmeyi planladığım bir yarın düşleyebileceğim değerde bir hayat isterdim. Yanımda yalnızca sanatımın olduğu, tek yükümlülüğümün üretmek olduğu bir atmosfer isterdim. Zamanın yalnızca gün ağarması ve kararmasını ilgilendirmesini isterdim.

Teknolojik anlamında o kadar zayıf olmayı dilerdim ki, grip ya da veremden ölebileceğim denli doğal bir yaşam isterdim. Yaşayabildiğim kadarını değerlendirebilmek, geri kalanını düşünmemek isterdim. Fakat hiçbir şey, bu plan & proje ile yürümüyor. Ayrıca bu gerçek ile yüzleştiğimde ise içerisinde bulunduğum hayat gerçeğini hazmetmem pek de kolay bir eylem sayılmaz benim için.

Yapılabilecek bir şey yok ise, ya var olmaya devam edilir ya da buna bir son verilir. Ruhum, ruhani ve manevi atmosferlere o kadar eğilimli ki, bir noktadan sonra bir şekilde, sabrediş sonrası erişilecek bir ışığın olduğuna inanmaya başlıyor insan. Oksijen tüketebildiğim sürece umudun öldüğüne katiyen inanmayacağım. Kimse beni, yaşadığımız ve boyun eğdiğimiz bu dünya ve düzeninin herhangi bir oyun olmadığına inandıramayacağına göre, ben de ; sonsuz güzelliklere ve ışığa kavuşacağım gerçeğine olan inancımı katiyen yitirmeyeceğim.

22 Ocak 2013 Salı

Hassasiyet & Veda


Şükürler olsun ki, aylar sonra kendimle baş başa kalıp, tekrar samimiyetimi karşıma alıp, korkularımla yüzleşerek yorumladığım ideaları burada dile getirebiliyorum tekrardan. Benim için son derece önemli bir durum söz konusu, hiç uzatmadan konuya gireceğim. Kimseye hitap olsun diye yazmıyorum, aldığım bir karar ve bunu bilin istiyorum.

Henüz 20 yaşındayım. Kimine göre çok kimine göre çok az bir zaman dilimini ifade ediyor 20. Söz konusu olan 20'lik zaman diliminin 1. dereceden şahsı olan benim için ise ivmeli bir anlam ifade ediyor. Somut olarak, rakam ve genel yaş ortalamasına göre oldukça az, yaşanmışlıklar ve edinilen tecrübeler adına oldukça fazla bir zaman dilimi anlamına geliyor. Çok hırpalandım, yoruldum, 20 yıllık değil 35-40 yıllık bir tecrübe edineceğim zorlukta bir hayatım oldu. Her zaman farklılığın getirisi ile boğuştum. Kimseye benzemedim, kimseyle aynı olmadım. Yaratılışımın getirileri ile birlikte güç kazandım, geleceğe yöneldim. Ama her zaman hiçbir şey, tahmin ettiğimiz gibi gitmiyor. Tıpkı benim şimdi anlatacaklarım gibi.

Bahsettiğim gibi, kolay ve güzel bir yaşamım oldu diyemem. Şu an güzel diyebileceksem bu, bugüne kadar getirebildiğim en güzel noktadır şeklinde olur ancak. Yaratılış özelliklerim, ailem vasıtası ile edindiklerim, olması gereken ve doğru olduğunu düşündüğüm tecrübeler ile her şeyin sevgiyi, değeri ve saygıyı hak ettiği kanısına vardım kendimce. Mutluluk için, huzura sahip olabilmek için bile en basit yol olmuştur bu üçlü, ''bana göre''. Ve lanet olsun ki, o kadar verdiğinin yanında koca bir de hassasiyet ve kırılganlık içerikli genler ile ortaya koydu beni Tanrı.

Bugüne kadar bu üçünü sağlamak ve sağlatmak adına bir mücadele koydum ortaya. Her zaman savaştım, vazgeçmedim. Doğru olan buydu çünkü. Kim istemez ki sevgi görmemeyi, değer görmemeyi, saygı görmemeyi ? Elbette ki hiç kimse. Ancak, ne kadar savaşırsam savaşayım, ne kadar mücadele verirsem vereyim, bunu sağlamak ve sağlatmak, imkansızlıkla eş değer bir konumda oldu her zaman. Bunu kabullenmem ise, konuşmamın başında ki o zaman diliminin 20. yılında gerçekleşti maalesef ki. O kadar zevk alıyordum ki, insanlara bu üçlüyü hissettirmeye. Bunu hissettirdiğim kişilerin yüzlerinde ki ifade benim için paha biçilemez bir konuma ulaşırdı her zaman. Ama gördüğüm o güzel ifade bile, bir yere kadar daim kalabildi.

Ben verdikçe onlar aldılar, ben bekledikçe onlar yok saydılar. Kimseden alamadım karşılığını. Amacım, karşılık beklemek değildi, ihtiyacım olan ve eksikliğini hep hissettiğim bu üçlüye sahip olabilmekti. Delirmiş gibiyim, koca hayatta ihtiyacım olan tek şey sevgi. Herhangi bir insanın, koskoca bir insanın ve küçücük bir insanın en doğal ihtiyacı olan sevgiye ben ölüm derecesinde aç durumdayım. Sebebini oturup açıklamayacağım, bunu kendime bile ifade edebilmiş değilim.

Yapım gereği hassasiyetten geberen, kırılgan ve bir o kadar sağlam bir yapıya sahibim. O kadar rezil ve o kadar can sıkıcı bir durum ki bu, ciğerinin beş para etmediğini bildiğiniz bir insanın en ufak lafı ile kalbinizin kırılabileceği kadar acımasız bir durum. Gerçekten berbat. Ciddiye almayıp, karşısına geçip konuşmayacak kadar değersiz gördüğünüz insanların bile hakkınızda ne söylediği ile ilgilenebiliyorsunuz. İşte benim durumum tam olarak bu ! Bu nasıl bir hayal kırıklığıdır, yaratılışa karşı nasıl bir baş kaldırıştır, hiçbiriniz fikir dahi yürütemezsiniz.

Bilmiyorum, inanın bilmiyorum. Böylesine alternatif içerikli, böylesine ucuz, böylesine değerli, böylesine nefes alınamayacak kadar darlaşan bir dünyada, Tanrının kusursuz olarak yarattığı canlı olan bir insanın, maneviyatının bu kısmının eksik olması ne demek, çoğunuz bilmezsiniz. Umrumda da değil. Bildiğiniz şeyleri bile değiştiremiyorsunuz, bunun hakkında bir fikir yürütemeseniz ne olur ki ! Dünya düzeni, gidişatı ve günümüz öyle bir hal aldı ki artık ; hassas ve masum olmak sahip olabileceğiniz en büyük iki günahınız olmaktan öteye gidemez. Bunlara sahipseniz, Tanrı sizi yaratırken öldürmüştür zaten. Sizler de, benim gibi maneviyat yoksunluğundan intihar edebilecek yoksulluğa erişmişsiniz demektir.

20 yaşındayım ve tam anlamıyla korkularımla yüzleştim diyebilirim artık. Kabullendim bunun sürüp gideceğini. Artık sorun etmiyorum, nasıl olsa aksi durumu da savunuyor olsam Tanrının kararını verdiği yol dışına çıkamıyorum. Kararım ise ; hassasiyete tam anlamıyla veda ediyor olmam. Bu duruma bir dur demem gerekiyordu ve bunun için yaşamam gereken şeyler vardı. Son 2 yıl bunun için fazlasıyla yeterli oldu. Kimse için hassas, kimse için masum ve kimse için tertemiz olmanın lüzmu yokmuş. Nasıl olsa artık insanlar temizlemek adına değil, temizi kirletmek adına yaşıyor olmuşlar. Bundan sonra, kim olursa olsun, hayatımda ne kadar insan olursa olsun, ne kadar param olursa olsun şöyle bir ideoloji söz konusu ; ''Yalnızım''. Tam anlamıyla özeti budur. Her insan ölmek için doğmuşsa, kimin hayatımda ki yeri daim olabilir ki ?! Bu gerçeği hazmedemediği halde hazmettiğini düşünen arkadaşların durumları ise çok daha vahim. En ufak bir gümleme, ruhlarını bedenlerinden çalabilecek güce sahip olabilir.

Tüm hassasiyet ve kırılganlıklarımdan uzaklaşmam belki de bana cehennemi yaşatacaktır. Ama herkesin fazlasıyla yaşamamı istedikleri bu gezegende daha fazla nefes alabilmem için böyle bir fedakarlık etmem kaçınılamaz bir son oldu benim için. Sonuç yine beklediğim gibi olmasa bile, ölmeden denediğim için kendime saygı duyabilirim sanırım. Ve şunu da çok net anladım ki ; ''İyi olmak için, kötü olmak gerekiyor''. Üzgünüm ama iki bacaklı iblislere karşı alabileceğim en iyi tavır bu olacaktır. Huzurla kalın.